TÜRKİYE'DE
DİL (İNGİLİZCE) ÖĞRETİMİNDE YILLARDIR SÜRDÜRÜLEN
BÜYÜK HATALAR ve ÖNYARGILAR
Birincil alanım
olarak (ek ders değil) yıllardır İngilizce özel dersler
vermekteyim. Bu süre zarfında ne istediğini bilen yüzlerce
öğrenciye (binlerce değil çünkü sınıflara değil; bireylere ya da
küçük gruplara ders vermekteyim) ders verdim. Bu öğrencilerin
büyük çoğunluğu iş dünyasından insanlar. Ne istediğini
biliyorlardı çünkü söz konusu öğrencilerime bütün olarak
bakıldığında genellikle (çoğunluğu uzun zaman dilimlerinde)
onlarca farklı dil okulu, dil kursu vs.den hatta yurtdışındaki
birtakım İngilizce okul ya da kurslarından gelmiş, bir yığın
farklı teknik denemiş ya da (o kadar fazla sayıda olmasa da)
değişik hocalar denemiş ve başarıya ulaşamamış, temel düzeyde
konuşma, gerektiği gibi yazma vs. gibi derecelere bir türlü
erişememiş ama özellikle işi gereği zaman zaman ya da sürekli
yurt dışına çıkması gereken veya Türkiye içinde de olsa,
meslekleri dolayısıyla, devamlı olarak yabancılarla iletişim
kurma zorunluluğu içerisinde olmuş öğrenciler. Bu öğrenciler
işlerinde gayet başarılı ama dil sorununu bir türlü çözememiş
kişiler kısacası.
Ama sorun tüm Türkiye'nin sorunu.
Gerçekten de İngilizce öğretimi konusunda -ilkokuldan
üniversiteye varıncaya kadar yıllarca eğitim öğretim görmemize
rağmen- hala üniversitelerin hemen hepsinde ve iş dünyasında
(başka bir deyişle, akademik anlamda en üst düzey iki alanda)
çok yaygın bir biçimde dil sorunumuz var (lise düzeyindeki
okullar vd.lerden söz etmiyorum bile:). Peki bu kadar aşikar bir
sorunun üzerine neden gidemiyoruz, neden teknoloji her yönüyle
baş döndürücü bir hızla yol kat ederken (medyasıyla,
internetiyle...) biz hala kayda değer bir gelişme
sergileyemiyor, bu gelişmeleri bilgi ve tecrübemize katamıyoruz?
Kanaatimce asıl sebep yıllardır ısrarla sürdürdüğümüz teknik
(yani sistemsel) hatalar ve psikolojik derinlikleri dolayısıyla
vazgeçemediğimiz önyargılar.
En büyük teknik hatamız gramerin
(dilbilgisinin) çok ayrıntısına indiğimiz halde bunu hemen
hiçbir noktada konuşmaya (speaking) ya da dinleme'ye (listening)
çeviremeyişimiz (hatta yazma'ya [writing] bile). Dil öğretiminde
beş sac ayağı vardır: gramer, reading, writing, listening ve
speaking (kelimeler ise her bir ayağa yayılmış haldedirler). Elbetteki mantığı, diğer bir deyişle, grameri
öğretmeden olmaz ama gramere takılıp kalınmamalı. Uygun noktada
diğer sac ayaklarına (dozaj iyi ayarlanarak) geçişler yapılmalıdır.
Aksi takdirde, öğrenci uzun süredir öğretim gördüğü halde
konuşamadığı ya da yazamadığı (yani aktif olamadığı) için
motivasyonunu kaybedecektir ve unutmalar başlayacaktır. Halbuki temel tekniklere dikkat
gösterildiğinde öğrencinin konuşmaya (temel düzeyde de olsa)
geçmesi çok uzun sürmeyecektir. Böylece öğrenci, öğrendiklerini
aktif olarak kullanacağı için motivasyonu artacak ve
öğrendiklerini unutmayıp geliştirecektir. Günümüzde her alandan
öğrencinin İngilizcesini kullanabileceği o kadar çok platform
(iş dünyası, internet, turizm...) var ki siz yeter ki öğrenciyi
konuşturun.
Gramerin üzerinde bu kadar çok durulup diğer "ayaklara"
ulaşamamamızın iki önemli nedeni üzerinde durmakta yarar var.
Birincisi, öğretmen kalitemizin, bilgisel anlamda,
yeterince iyi olmaması. Bu konuda ne gerekiyorsa yapılmalı,
gerekirse öğretmenler periyodik olarak sınava tabi tutulup
kendilerini geliştirmeleri istenebilir, kendilerine her türlü
destek sağlanabilir (internet, medya bilgisi vs. gibi
konularda). Benden değişik zamanlarda özel ders almak isteyen
"İngilizce öğretmenleri" oldu ve gerçekten takdir ettim. Çünkü
hocalar eksikliklerini "görmüş", "kabul etmiş" ve giderme yolunu
seçmişlerdi. Kaldı ki genel anlamda İngilizce
öğretirken kullandığımız sistemleri geliştirirsek buradan
yetişen hocaların öğretim kalitesi de kendiliğinden daha ileri
seviyelere ulaşacaktır. İkincisi ise yüzyıllardır bir
türlü üzerimizden atamadığımız, hak ettiği yeri tespit
edemediğimiz "ezberci öğretim" ve bu mantığın doğal bir sonucu
olan sonu gelmez testler. Bir dili test ile değil
öğretmek, gerçek anlamda, ölçemezsiniz bile. Günümüzde
İngilizceyi dil olarak (5 sac ayağını birden: grammar, reading,
writing, listening ve speaking) ölçebilen, dünyadaki en yaygın
ve kabul görmüş test "Toefl (Test of English as a Foreign
Language [Yabancı Bir Dil Olarak İngilizcenin Testi]"dır. Ve bu
sınavda daha önceki yıllarda yer alan "structure" yani
dilbilgisi son yıllarda kaldırılıp yerine "speaking" yani
(karşılıklı) konuşma getirilmiştir. Onun en büyük rakibi olan "Ielts"de
durum çok daha önceden böyleydi. Ülkemizde ise 5 sac ayağı olan
İngilizcenin 1, ya da en fazla 2 ayağı ölçülmektedir
(diğer birçok derste olduğu gibi): dilbilgisi (Toefl'dan
kaldırılmış olan bölüm) ve okuma. Yüksek öğrenim düzeyindeki
testlerimiz bile hala bu şekilde olmakta. Sonuç olarak, test
tarzı ezberci yaklaşımlar hem motivasyonu zedeler hem de gerçek
hayatın ihtiyaçlarını karşılayamaz; bunun yerine, öğrencilerin
yaratıcılığını teşvik edecek, küçük çapta da olsa, çalışmalar,
projeler verilmeli, sınavlar mümkün olduğunca (elbetteki 1.3
milyon kişiyi hep birden test etmenin kaçınılmaz zorlukları
vardır ama daha alt düzey sınavlarla değişime başlanabilir)
"ezbere" değil, "yoruma"; "soruna" değil, "çözüme" yönlendirir
mahiyette olmalıdır.
Bir diğer büyük hata ise dünyanın
başka bölgelerinde (özellikle Avrupa'da) başarılı olmuş
sistemlerin Türkiye'de de tartışmasız başarılı olacağı
önyargısıdır. Bu noktadan hareketle derslerde hiç Türkçe destek
(Türkçe anlatım) yapılmamakta ve iletişim daha başlamadan
bitmekte, öğrenci daha 1. sac ayağında, yani işin mantığı olan
gramerde kopmaktadır. Ama şu gerçek unutulmamalıdır; Avrupa'daki
hemen hemen tüm ülkeler İngilizce konusunda bizden büyük bir
adım önde başlamaktadır. Çünkü Avrupa dilleri İngilizce'ye,
derecesi değişmekle birlikte, benzer. Örneğin, İngilizce,
gramerinin (yani mantığının) temelini Almanca'dan almış olup
Germenik bir dildir aslında (tarihi anlamda; yaklaşık 5. yy'a
kadar uzanır). Nitekim Almanca ile İngilizcenin gramerleri,
"bire bir" denebilecek derecede benzerlikler taşır (Almanca,
İngilizce'nin daha zor biçimidir [kelime çokluğu ve anlam
çeşitliliği hariç]). Başka bir örnek, Fransızca ile İngilizce
arasında inanılmaz düzeyde kelime alışverişleri olmuştur
(özellikle 1066'daki Norman istilası ile başlar ve
bu etki, 14. - 15. yy'a kadar yoğun bir şekilde sürer). Yine, Latincenin hemen hemen tüm
Avrupa'yı nasıl etkilediğini hepimiz biliyoruz. Örnekleri
artırabiliriz... Öte yandan, garip ama gerçek, Afrika ve Asya da
özellikle İngilizce ve Fransızca konusunda bizden çok daha
tecrübelidir (acı bir tecrübe belki ama). Sömürge yarışının
görüldüğü yüzyıllarda bilhassa İngilizce ve Fransızca Afrika ve
Asya'nın çok büyük bir çoğunluğunda toplumun her kesiminde
yayılmıştır. Günümüzde hala özellikle Afrika'da birçok ülkenin
resmi dillerinden biri ya İngilizce ya da Fransızcadır (diğeri
de ülkenin kendi ana dili). Kısacası ülke olarak bizim bu
konudaki deneyimimiz (dil edinimimiz - language acquisition)
diğer birçok ülkeden çok daha azdır (sömürge imparatorlukları
sürecinde [ağırlıklı olarak 16, 17, 18 ve 19. yy'lar] Latin
Amerika'da hakim olan ikinci diller ise İspanyolca ve
Portekizcedir ki bu diller de İngilizce'ye çok uzak değildir
[kökenlerini Roma İmparatorluğu'nun dili olan "Latince"den alan
dillerdir bunlar]). Ama tüm bunlar bu dili öğrenmemize engel
değil; önemli olan doğru strateji, doğru teknik. Hiç Türkçe
kullanmayan birçok öğretici kaynak (okul, dersane, öğretmen vs.)
grameri dahi öğretememekte, öte yandan gramere çok saplanan
diğer birçok öğretici kaynak ise diğer sac ayaklarına (özellikle
konuşma) geçiş yapamamaktadır. Unutmamalıdır ki İngilizce
grameri, gelişmiş dünya dilleri arasındaki en kolay
öğrenilebilecek gramerlerdendir (Türkçe dilbilgisi ise oldukça
zordur). Bu açıdan dilbilgisini hızla öğrenip bir an önce
dinleme ve konuşmaya, yani "aktif düzeye" geçmek gerekmektedir.
Bu
noktalardan değerlendirildiğinde, eğer aklınıza takılan herhangi
bir soruyu rahatlıkla sorabilecek ve karşı tarafın konuşmasını
çok zorlanmadan anlayacak bir seviyede değilseniz Türkçe
desteğin hiç kullanılmadığı bir programı (yabancı hocalar da
elbetteki buna dahildir) kesinlikle önermem. Hemen burada,
Türkiye'de yıllardır süregelen üç önyargıyı çürütelim:
1-"İngilizce
çalışmaya başlar başlamaz, Türkçeyi unutun": yanlış. Doğrusu:
Aklınıza takılan soruları sorabilecek duruma gelene ve temel
düzeyde (örneğin Intermediate [orta] ya da lower-intermediate
bir düzey) konuşmaları anlayana kadar Türkçe destek alın ve
gerekirse bunu siz talep edin. Hocayı anlamadığınız halde
dinliyorsanız bu sizi psikolojik olarak rahatlatır (İngilizce
dinliyor olduğunuz için) ama gelin görün ki bilişsel düzeyde "öğrenemiyorsunuz"dur.
Bu noktada size İngilizce öğretmeni bir meslektaşımın aktardığı
ilginç bir anekdot sunmak isterim. "1993'te üniversitemin
hazırlık okulunda idim. B kurunda öğrenime başladım. Bu kurda
yaklaşık olarak 10 ayrı sınıf vardı. Bizim sınıf, hatırladığım
kadarıyla, 20 kadar öğrenciye sahip idi. Yine hemen her okulda
olduğu gibi haftalık ve aylık seviye gözlemleme ("progress
test") tarzında sınavlarımız olurdu. Bu sınavlarda bizim
sınıfımız hep son sıralarda olurdu, 9., 10; 9. 10... Ama bizim
önemli bir sorunumuz vardı. Gramer (yani işin mantığı)
dersine yabancı bir hoca gelmekteydi. Çok saygıdeğer ve son
derece bilgili bir hoca idi ama hiç Türkçe bilmiyordu. Sınıfta
hocayı anlayabilen sanırım bir tek ben vardım. Kaynakların da
hepsi yabancı, Türkçe tek kelime yoktu. Gel zaman git zaman
sınıf olarak daha fazla dayanamayıp yönetimle konuştuk ve
hocamız değişti. Ondan bir-iki hafta sonrasından
itibaren bizim sınıf, o dönemin sonuna kadar, tüm sınavlarda ya
1. ya da 2. oldu." Bu, tesadüf olabilir mi?
2- "Yabancı hocadan İngilizce özel ders ile bu işi çözerim": Yanlış. Doğrusu:
yabancı hocadan ders alarak bu işi geliştirirsiniz. Aslında bu önyargı da
yukarıdaki ile aynı paraleldedir (3. önyargı da öyle). Türkçe
bilmeyen yabancı bir hoca ile gramerde, yani daha başlangıçta
takılır kalırsınız; iletişim başlamadan biter. Yabancı hocaların
İngilizce bilgisi, her anlamda, İngilizceyi ikinci dil olarak
(as a Second Language) öğrenen hocalar ile kıyas kabul etmez.
Ama öğrenci, daha önce belirttiğim gibi, hocaya zorlanmadan soru
sorabilecek ve hocayı net bir şekilde anlayabilecek bir seviyede
değilse eğer, yabancı hocadan İngilizce özel ders almak psikolojik bir rahatlamadır yalnızca.
Okullarda mümkünse yabancı hocaları daha ileri seviyelerde
devreye sokmak en doğru yaklaşım olacaktır ki nitekim son
yıllarda dil okullarında bu yönde giderek artan bir yaklaşım
gözlemlemekteyim.
3- "Yurt dışına çıktı mı bu iş kendiliğinden hallolur":
Yanlış. Doğrusu: Yurt dışı da, yabancı hocadan ders örneğinde olduğu
gibi, sizi geliştirir, size bu işi öğretmez. Şu var ki yurt
dışı, yabancı hocadan yine de daha faydalı ama çok daha
maliyetli ve meşakkatli bir seçimdir (hazırlıksız gidilmiş ise). Tabiki yurt
dışında çok uzun süreler kalmayı göze aldıysanız eninde sonunda
öğrenirsiniz ama Türkçe destekli bir eğitimle birkaç ay
içerisinde orta seviyeye gelip birkaç ayda da yurt dışında dili
çok daha geliştirmek dururken doğrudan yurt dışına gidip de çok
daha sıkıntılı ve çok daha uzun zamanda öğrenmek doğru seçim
değildir. Unutmayın ki bu sizin, "ikinci diliniz" ana diliniz
değil; bu anlamda, ana dil ile sürekli olarak yapılan
karşılaştırmalar da doğru değildir. Ana dil farklı öğrenilir;
ikinci dil farklı ("ben birkaç seneyi gözden çıkardım"
diyorsanız o zaman başka...).
Bu düzlemde, ülkemizin dil
öğretiminde tamamen sistem değişikliğine yönelip daha fazla
zaman kaybetmemesi gerekmektedir. Kendi sistem ya da
sistemlerimizi kurmalıyız artık. Bu konuda şahsımdan yardım,
fikir, proje talep edecek okul, üniversite vs. olursa anlaşmamız
(patent hakkı gibi) dahilinde seve seve yardımcı olurum. Ve
hangi okul olursa olsun (lise, üniversite, dil okulu, dil kursu)
kuracağım sistemin %100 başarılı olacağını biliyorum. Zira, 1.5,
2 ya da çok daha uzun süre değişik okullara, tekniklere vs.
gidip konuşamayan sayısız öğrenciyi kısa zaman dilimlerinde
konuşturdum (maksimum 10 saat); lise vb. düzeyindeki öğrencilerimin hemen hepsine
kısa zaman dilimlerinde (birkaç hafta ya da birkaç ay gibi ve haftada
birkaç saat ders
ile) okullarında (en kötü ihtimalle sınıflarında) derece
yaptırdım. Yani hemen hemen tamamını yıllar içerisinde, öğrenci
talep ve gereksinimleri doğrultusunda geliştirdiğim metotlarım
ve bir bütün olarak sistemim, kendisini %100 kanıtlamıştır. İşin
zor kısmı bu sistemi sınıf düzeyinde uygulamak ki gerekli dökümanlar, soru kalıpları, audio'lar
vs. önceden hazırlanırsa bu konuda da çok sıkıntı olmayacaktır.
Ben bire bir öğretim yaptığım için çok daha hızlı manevra
yapabilmekteyim ama sınıf
düzeyinde bir ders için birçok şeyin önceden hazırlanması
gerekmekte.
Yıllardır yapılan hatalar anlamında,
kullanılan kaynaklar konusunu da ele almak isterim. Büyük
çoğunluğu yurt dışında hazırlanan ve hemen tüm hakları da ilgili
ülkelere ait olan kaynaklardaki Türkçe desteğin yetersizliğini
zaten ifade ettim. Bundan başka, İngilizcenin bir dil olarak
kuvvetli mantık örgüsü de kullanılan kaynakların büyük
çoğunluğuna hiç mi hiç yansımamaktadır. Özellikle "tense
(zaman)" ve "modal'lar (kip)" kendi içlerinde "matematik gibi"
şeklinde tasvir edilebilecek derecede kuvvetli bir mantık
örgüsüne sahiptir. Geri kalan tüm diğer konularda da çok sağlam
bir mantık çerçevesine rastlarız. Gelin görün ki öğrencinin
anlamasını kolaylaştırıp unutmasını zorlaştıracak bu mantıksal
çerçeve, kaynaklara pek yansımamaktadır. Örneğin, tense'ler,
ilgili kaynağa adeta "saçılmış" gibi durmaktadır. Diğer teknik
hatalara da sıklıkla rastlanmaktadır. Bu gibi hataların hepsi
birlikte düşünüldüğünde, öğretimin kalitesini oldukça olumsuz
etkilemektedir. Örneğin, konuların kitapta yanlış sıralanması;
öğretilmeyen kelime ya da kullanımların konuda sık sık geçmesi;
"basitten karmaşığa" mantığına uyulmaması; telaffuz, anahtar
kelimeler, audio materyal eksikliği (çok önemlidir), (çözümlü)
cevap anahtarı eksikliği (hatta öğrenciye cevap anahtarının hiç
verilmeyip sadece "geçtin", "kaldın" denmesi) vs. gibi teknik eksiklikler ve daha nicesi.
Şahsen kendim de mümkünse tek kitap ve bir veya
birkaç cd'den oluşacak, deyim yerindeyse, tek kitaplık bir set
hazırlamak niyetindeyim. Türkiye'de "self-study (kendi kendine
çalışma)" tarzında çok az kaynak var ve bunların da hemen hepsi
yukarıda bahsettiğim teknik hataları bünyesinde barındırmakta.
"Sıfır" İngilizce bilgisinden "intermediate (orta)" ya da "upper-intermediate"
gibi bir düzeye öğrenciyi ("konuşma" da dahil her anlamda)
taşımasını hedeflediğim set konusunda, işin aslı, "a"dan
"z"ye her şey hazır; hem de birkaç yıldır ama bir türlü gerekli
vakti bulamıyorum, yani her şey zihnimde hazır:) Hem kendi
sistemimi (olabildiğince) hem de etkisini kanıtlamış birkaç
sistemi aynı kitapta toplamayı planlamaktayım. Bu projeyi
gerçekleştirmek isteyecek hoca arkadaşlar ya da yayınevleri
(lütfen yalnızca "profesyonel" yayınevleri irtibata geçsin,
diğerleriyle vakit kaybedemem!)
iletişim kurabilirler, tekliflere açığım.
İngilizce özel derste nelere dikkat etmek
gerekir, İngilizce öğretimi, İngilizce özel ders
yabancı hocadan
İngilizce özel ders,
İngilizce dil okulu yurtdışı,
İngilizce dil kursu yurtdışı,
İngilizce dil okulları yurtdışı, İngilizce dil kursları
yurtdışı, İngilizce dil okulları Amerika, İngilizce dil okulları
İngiltere,
İngilizce dil okulları Malta, İngilizce öğretiminde hatalar...
|